Kayıp çiniler İstanbul’da yeniden üretildi

Bir zamanlar Ayasofya Camii haziresinde bulunan Sultan II. Selim Türbesi’nin girişinde yer alan ve yaklaşık 60 adet çiniden oluşan pano, bugün Louvre Müzesi’nde sergilenen en önemli Türk eserlerinden biri. İznik çinilerinin en nadide örneklerinden olan bu 60 adet karonun İstanbul’dan yani o dönemin başkentinden Fransa’ya nasıl götürüldüğü hikâyesi pek çok kez haberlere, köşe yazılarına konu oldu. Saray dişçisi olarak tanınan Fransız uyruklu Albert Sorlin Dorigny, 1895’te Ayasofya Müzesi’nde restorasyon izni aldı. Restorasyon çalışmaları sırasında 16. yüzyıl İznik çini pano şaheseri restorasyonu yapılması amacıyla söktürerek Fransa’ya gönderdi. Fransa’daki ünlü seramik fabrikası Choisleroi Seine’de bu çinilerin benzerleri yapıldı, İstanbul’a gönderilerek asıllarının yerine monte edildi. Panodaki çinilerin sahteleriyle değiştiği ise yıllar sonra solan renkleri sebebiyle anlaşıldı. Sahte çiniler söküldüğünde arkasında Choisleroi Seine’in imzası bulundu. Sultan II. Abdülhamid’in diş doktoru olan Alexis Sorlin Dorigny ve II. Selim Türbesi’nin çinileri yüzlerce “kayıp çini”den sadece bir örnek. Bugün dünyaya yayılmış 28 müzeden, toplam 835 kâşi grubu Türk çinisi bulunuyor. Saptanan toplam karo sayısı ise yaklaşık 1050. Bu rakama müzayede eserleri ve özel koleksiyon nesneleri dahil değil.

İstanbul Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü “Kültürel mirasımızı koruyarak geleceğe aktarmak” misyonuyla “Osmanlı Saray Çinileri” projesi kapsamında ortaya koyduğu “İznik’ten Dünyaya Kayıp Çiniler” sergisiyle kayıp çinileri gündemine taşıyor. 14-18. yüzyıllar arasında Osmanlı dönemi kültürel mirasımızı yansıtan ve çeşitli nedenlerle ülkemizden ayrıldığı için “kayıp” olarak nitelendirilen çinilerimizi keşfetmek ve yeniden kültürümüze kazandırmak amacıyla hazırlanan eserler özel bir koleksiyonda bir araya geliyor.

Orijinaline uygun 50 reprodüksiyon

Enstitüsünün Çini ve Seramik Atölyesi sanatçıları tarafından iki yıllık yoğun bir emek ve özenle hazırlanan koleksiyonun tamamı Osmanlı dönemi çini sanatının geleneksel formları üzerinde, dünyanın önde gelen müzelerinde sergilenen eserlerin orijinallerine sadık kalarak hazırlanmış. Osmanlı nakkaşlarının İznik atölyelerinde çömlekçi çarkında ürettiği formlar, yapım aşamasında teknik araştırmalar, renk skalası ve eser form ölçüleri tamamı orjinaline uygun tam 50 reprodüksiyon sergide yer alıyor. Sergide yer alan sanatçılardan Emre Atırcıoğlu, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Çini Anasanat Dalı Öğretim Görevlisi. Fakültedeki görevinden önce Sabancı Olgunlaşma Enstitüsünde Usta Öğretici olarak çalıştığı dönemde “İznik’ten Dünyaya Kayıp Çiniler” projesine başladıklarını anlatıyor. “Amacımız gönüllü ya da gönülsüz, bir şekilde bizden koparılmış ve yurt dışında özel müzelerde veya özel koleksiyonlarda yer alan İznik çinilerinin reprodüksiyonu üreterek ülkemize en azından reprodüksiyon da olsa kazandırmaktı. Orjinal İznik çinileri hep el ile çömlekçi çarkında üretilmiş. Biz de elimizdeki bu meziyeti kullanarak bütün formları çömlekçi çarkında birebir bezeme, form ve sır kalitesi benzer şekilde üretmeyi başardık” ifadesinde bulunan Atırcıoğlu, eserlerin tamamının ünik olduğunun altını çiziyor.

Yedi farklı ülkeden kayıp çiniler seçildi

Sergide yer alan eserlerin asılları Avrupa ülkeleri başta olmak üzere yedi farklı ülkede farklı müzelerde sergileniyor. Fransa’da Louvre Müzesi ve Ecouen Şatosu, İngiltere’de Victoria and Albert Museum ve British Museum, ABD’de The Cleveland Museum of Art, Yunanistan’da Benaki Müzesi, Portekiz’de Homayzi Koleksiyonu, Katar’da İslam Sanatları Müzesi ve Portekiz’de Calouste Gulbenkian Müzesi, bugün kayıp İznik çinilerine ev sahipliği yapıyor. Seçkiye alınan eserlerin özellikle göz önünde olan eserler olduğunu ifade eden Atırcıoğlu, “Depolarda olanları bize de göstermiyorlar. Tez için giden arkadaşlarımız, öğrencilerimiz oluyor göstermeyi çok uygun bulmuyorlar. Vitrinde olanlara internet aracılığıyla ulaşmak mümkün. Zaten İznik çinileri meşhur ve bu müzelerde sergilenen bolca örneği var” diyor. Sergide reprodüksiyonu yapılan eserlerin tamamı 14-16 yüzyıl arası İznik çinisinin en güzel örneklerinin olduğu döneme ait ve Türkiye’de daha önce herhangi bir koleksiyonda veya müzede sergilenmemiş parçalar. “Günümüzde bile hâlâ bazı müzayedelerde 16. yüzyıla ait İznik çinilerini görebiliyorsunuz. Bunların nasıl gittiği meçhul” ifadesinde bulunan Atırcıoğlu, “Amacımız bu eserlere sahip çıkmak. Orjinallerini alamıyorsak günümüz şartlarında birebir üretimlerini sağlayarak bu kültürel mirasa sahip çıkmak” diyor.

Özgün üslubun nadide örnekleri

Eserlerin tamamının kolektif bir çalışma ile ortaya konulmuş. Bu anlamda da İznik çini ustalarının bir geleneği daha yaşatılıyor. Formlar bir ustanın elinden çıkıyor, bezemeler için başka bir ustanın eline geçiyor. Sırlanması için başka bir ustaya emanet ediliyor. Eğitimini Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Çini Bölümü’nde tamamlayan Gülmisal Gölebakmaz Eslek, 13 yıldır bu sanatı icra ediyor. İstanbul Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü’nde usta öğretici olan Eslek, bu projede dekor ve bezeme ustası olarak görev alıyor. Sergideki eserlerin çok nadide ve kıymetli parçalar olduğunun altını çizen Eslek, “Sergideki ürünleri son dönem ve şahsi olarak üretilen eserler olarak sınıflandırabiliriz. İznikli ustaların son dönemde artık sarayın haricinde daha da özgür tasarımlar yapabildiklerini görüyoruz. Bizim sergimizde de bu şekilde özgün üretilen özgün eserler de yer alıyor” açıklamasını yapıyor. Özellikle serginin afişinde yer alan ve proje kapsamında üretilen ilk eser olan “Balık formlu kandil” Baba Nakkaş üslubun nadide bir örneği.

Motiflerin birçoğunu kendimiz tamamladık

“Yurt dışına bir şekilde götürülen bu eserlerdeki desenler formlar öyle nadide ki, ülkemizde bulunan ve usta-çırak ilişkisi içerisinde bu sanatı devam ettirenlerle de bu desenleri paylaşmak istedik” açıklamasını yapan sanatçılardan Başak Özerkan, “İnanın o kadar güzel desenler var ki formların üzerinde hem biz yapıp öğrendik hem de göstermiş olduk” diyor. Çalışmaları sırasında müzelerdeki literatür çalışmalarında en zorlandıkları konunun eserlerin yalnızca tek cepheden fotoğraflarının yer alması olduğundan bahseden Özerkan, “Bu fotoğraflara bakarken objenin arkasını ve yanını göremiyorduk. Tek bir fotoğraf vardı. Dolayısıyla tasarımın devamını biz tamamladık. Desen bilgimiz olduğu için bunu yapabildik. Örneğin Baba Nakkaş motiflerinde çoğunlukla desen kendini devam ettirdirdiği için bir sonsuzluk söz konusu olduğu için ve bunu bildiğimiz için böyle tamamlayabildik” açıklaması yapıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

xxx